Merhaba,

Yıllar içinde deneyimlediklerimi, beni eğlendirenleri, öğrendiklerimi, kendi parlak fikirlerimi bu sayfada paylaşacağım sizinle. Paylaştıkça zenginleşir insan, sizinle zenginleşmek dileğiyle...

17 Mayıs 2011 Salı

SİGARA BAĞIMLILIĞI

            İçinde bulunduğumuz iletişim çağında, sigaranın zararlarından haberdar olmayan bulunmamasına rağmen, sigara hala dünyada bir numaralı sağlık sorunu olmaya devam ediyor. Sigara, sadece fiziksel değil, ruhsal etkisi ve sosyal yönüyle de bağımlılığa neden oluyor.
            Nikotin, tütün bitkisinin böceklerden korunmak için yararlandığı bir maddedir. Yüzyıllarca böcek ilacı olarak kullanılmıştır. Her ne kadar sigaranın içindeki binlerce diğer zararlı madde ile kıyaslandığında “masum” görünse de, saflaştırılmış nikotinin tek bir damlasını bile dilinizin üzerine damlatırsanız, ölümcül olabilir!
            Nikotin, beynimizde hücreler arası iletişimi sağlayan maddelerden biri olan “asetilkolin”e yapıca benzer. Nefes yoluyla alınan nikotin, öncelikle akciğerler ve kan dolaşımına geçer. 7 saniye kadar kısa bir süre içinde, alınan nikotinin dörtte birlik kısmı, beyne ulaşır ve “dopamin” adı verilen mutluluk hissi veren bir kimyasalın salınmasına neden olur. Dopamin, eroin ve kokain bağımlılığında da rol oynamaktadır. Sigara içildiğinde hissedilen sahte iyilik hissini, bu madde sağlamaktadır. Böylece, vücut giderek daha çok nikotin istemeye başlar ve kısa sürede bağımlılık gelişir. Nikotin alınmadığında, vücut nikotini “özler” ve uyku sorunları, huzursuzluk, sinirlilik, konsantrasyon güçlüğü, kabızlık gibi yoksunluk belirtileri gelişir.
            Nikotin, alındıktan hemen sonra kalp hızını ve tansiyonu da arttırır. Sigara dumanında bulunan karbon monoksit, kandaki alyuvarların oksijen taşıma kabiliyetini bozar. Böylece doku ve organlara yeterince oksijen taşınamaz. Sigara, aynı zamanda atardamarlarda da daralma yapar.
            Sigara, sadece kalp ve akciğerlere değil, vücuttaki tüm doku ve organlara zarar verir. Sigaradaki zararlı maddeler kan dolaşımına karıştığından kan dolaşımının olduğu her yere, yani vücudun tüm hücrelerine yayılır. Bunun sonucunda her organda farklı hastalıkların gelişimi tetiklenebilir. Eskiden sigara ile ilişkisi olduğu bilinmeyen pek çok hastalığın ortaya çıkmasında sigaranın rolü olduğunu artık biliyoruz.
            En yaygın sağlık zararlısı olarak kabul edilebilecek sigaradan kurtulmak için hiçbir zaman geç değildir. Sigarayı bırakmak isteyen kişi, daha önceden bırakmayı deneyip de bırakamadıysa, bu motivasyon kırıcı olmamalıdır. Sigarayı bırakmış olanların bir kısmı, bunu 3-4 defada başarmış olan kişilşerden oluşur.
            Sigarayı bırakırken, Göğüs Hastalıkları uzmanlarınca yürütülen sigara polikliniklerinden yardım alabilirsiniz. Bu polikliniklerde, önce sigara bağımlılığınız tipi ve derecesi değerlendirilir. Daha sonra gereğine göre kan, akciğer filmi, solunum testi gibi tetkikleriniz istenebilir. Doktorunuz size uygun bir ilaç başlayacak ve sizi kontrole çağıracaktır.
            Size önerilecek tedaviye ek olarak sigara bırakma sürecinde bol su içmeniz, kendinizi meşgul edecek farklı aktivitelere ya da hobilere yönelmeniz, spor yapmanız, size sigarayı hatırlatacak faktörlerden uzak durmanız da yararlı olacaktır. Örneğin, çay, kahve ya da alkol size yanında sigara içirtiyorsa, bu dönemde bunlara ara vermeniz ya da azaltmanız, sigara isteğinizi azaltabilir. Sigaranın elinizin altında olmaması da, otomatik olarak sigara yakma davranışını engelleyebilir. Sıklıkla görüştüğünüz dostlarınızı, yakınlarınızı ve iş arkadaşlarını sigarayı bırakmaya özendirmek, hem size destek olmaları açısından iyi olur, hem de sevdiklerinize verebileceğiniz en anlamlı hediye olacaktır.
            Sigarayı bırakırken, özellikle ilk günlerde zorlanmanız doğaldır. Ancak, bunun geçici bir süre olduğunu, sigarasız geçirdiğiniz her gün ile birlikte sıkıntılarınızın azalacağını, kendinizi daha iyi hissedeceğinizi, nefesinizin rahatlayacağını, efor kapasitenizin giderek artacağını unutmayın. Sigarayı bırakır bırakmaz, sağlığınızla ilgili olumlu gelişmeler ortaya çıkmaya başlayacaktır. Sigarayı bıraktıktan sonra, bir süre boyunca balgam miktarınız artabilir. “Sigarayı bıraktım, daha kötü oldum” demek yerine, bunun aslında bir iyileşme belirtisi olduğunu bilin. Sigara, solunum yollarında bulunan ve solunum yollarının temizlenmesine yardımcı olan titrek tüyleri harap eder. Sigaranın etkisi ortadan kalkınca, bu savunma mekanizması tekrar çalışmaya başlar. Bu nedenle bir miktar balgam artışı görülebilir.
            Kilo alma korkusu da sigarayı bırakmanın önündeki engellerden biridir. Sigaranın metabolizma üzerine bir miktar etki ettiği bir gerçektir, ancak sigarayı bıraktıktan sonra “boşluk doldurmak” için abur cubura yönelen kişi, elbette ki kilo alacaktır. Fakat aynı miktar abur cubur sigara içilirken tüketilse de, kilo yapacaktır! Sigara bırakma sürecinde bol sıvı tüketilmesi, kalorisi yüksek ve besin değeri olmayan atıştırmalıklar yerine, gün içinde bölünmüş küçük sağlıklı öğünler yenmesi ve mümkünse egzersiz yapmak, kilo kontrolüne yardımcı olacaktır. Kaldı ki, sigarayı bırakırken alınacak bir-iki kilo, sigaranın yapacağı sağlık zararları ile kıyaslanamaz bile!
            Sigarayı bırakınca, “Bir taneden bir şey olmaz”, “Bunca zamandır içmiyorum, tek sigara ile mi yeniden başlayacağım?” diyerek bağımlılığa geri dönebileceğinizi unutmayın. Bu zararlı alışkanlıktan bir kez kurtulduktan sonra, tekrar başlayan bağımlıların yaptığı gibi “kendinizi sınamayın”. Sigarasız geçen her gün lehinize işleyecektir.

5 Nisan 2011 Salı

İNTERNET ÇIKTI, MERTLİK BOZULDU!

   Zaman inanılmaz bir hızla değişiyor. Son 10 yılda hayatımıza giren yenilikler, önceki 100 yılı defalarca katlıyor. Çağın en önemli buluşlarından biri olan internet, yaşamımızı pek çok açıdan kolaylaştırdı. Ancak, ben, interneti bir sürü çıkış yolu olan dev bir otobana benzetiyorum. Ne yazık ki, gittiğimiz her yol, aslında çıkmak istediğimiz yer olmayabilir.

   Kişinin kendi hastalığı hakkında bilgi edinmek istemesi, en büyük "hasta hakkı" bence. Hastalarıma bu yüzden, elimden geldiğince açık bir dille tanılarını, tedavi yöntemlerini, ilaç kullanmaları gerekiyorsa olası yan etkilerini anlatmaya çalışıyorum, sorularını sabırla yanıtlıyorum. Tüm hekim arkadaşlarımın da, zaman sorunu nedeniyle değişen derecelerde de olsa, bunu yaptıklarına inanıyorum. Yine de, haklı olarak, hastalarımız durumları hakkında daha fazla bilgi edinmek amacıyla, ellerinin altındaki en kolay ulaşılabilir bilgi kaynağına, internete başvuruyorlar....ama, içleri rahatlayacağına, endişeleri çoğu zaman daha da artıyor.

   Tıp fakültesinde, pek çok hekim adayı, o anda derste öğrendikleri hastalık her ne ise, onun belirtilerinin kendinde olduğunu zanneder ve buna "Tıp Öğrencisi Sendromu" denir. Ben, günümüzde bu sendromun yaygınlaştığını ve sadece tıp öğrencileri ile sınırlı kalmadığını düşünüyorum. Eskiden, sadece prospektüs okuyan hastalar, şimdi internetten kimi yanlış, kimi doğru olsa bile kendi durumları ile uyumsuz, yüzlerce dehşet verici bilgiye ulaşıyorlar. Örneğin "baş ağrısı sebepleri"ni araştırırken, basit bir gerilim tipi baş ağrısından daha önce, tümörden menenjite, beyin kanamasından migrene kadar onlarca farklı tanıyla karşılaşmak mümkün. Doğal olarak, insan okuduğu belirtilerin kendinde olduğunu düşünüyor ve panik başlıyor. Oysa, emin olun ki, hekiminiz size tanı koyarken tüm o sayfalar dolusu hastalıkları kendi zihninden geçiriyor, ancak şüphe duyduğu hastalığı kurcalıyor, diğerlerini dikkate almıyor.

   Çok uzun ve zahmetli tıp eğitimi alarak fakülteden mezun olan doktorunuz, üzerine bir de uzmanlık yapmışsa, internetin çok daha ötesinde bilgili olmalı diye düşünün. Ne olur, insan vücudunu makinelerle kıyaslayıp matematiksel yöntemlerle çözülebilecek bir algoritma gibi görmeyin. Bir hekim, "Ben, evrenin en mükemmel makinesini baştan ayağa tanıyorum, kitaplara bakarak ya da internetten araştırarak elbette bir bina inşa edebilir, her tür makineyi çözebilir, her cihazı tamir edebilirim" iddiasında olamazsa, ne olur, siz de gerçekten mükemmel olan insan vücudunu konsantre internet bilgileri ile çözebilirim zannetmeyin. Hekiminiz emin olun, on binlerce sayfa okuduktan, hasta başında geceler ve günler boyu uykusuz on binlerce saat geçirdikten, aynı hastalığı yüzlerce, binlerce hastada gördükten sonra bile hala kendini eksik hissediyor, emekli olana dek her gün her yeni bilgiyi tıbbi kaynaklardan izliyor.

   Hocalarımızın hep söylediği gibi, aslında "hastalık yok, hasta vardır". Lütfen hekiminize güvenin. Elbette, araştırın, öğrenin, ama doğru kaynaklardan, doğru bilgileri lütfen.

7 Aralık 2010 Salı

SİGARA

            Arkeolojik verilere dayanarak, 5000 yıldır tütün ekildiğini biliyoruz. Avrupa’nın tütünle tanışması, Amerika’nın Kolomb tarafından keşfiyle oldu. 1950’ler ve 60’larda sigaranın zararlı olduğunun düşünülmesi bir yana, sigara içmek bir tür güç, erkeklik ya da  güzellik sembolü idi. Daha sonra akciğer kanseri nedeniyle hayatını kaybeden dönemin ünlü yıldızlarından John Wayne’i sigara reklamlarında görmek, herhalde gençler arasında oldukça özendirici olmalıydı. Hatta, çocukların keyifle izledikleri “Çakmaktaşlar” isimli çizgi filmin ilk sezonunun sponsoru bir sigara markasıydı!

Günümüzde ise sigaranın zararları olduğunu bilmeyen kalmadı. Milyonlarca insan, her tür zararına rağmen, bu güçlü bağımlılık yapıcı maddeden kolay kolay vazgeçemiyor. 2000’li yıllarda tüm dünyada yasaklar birbiri ardına gelse de, insanlar bir yerde ve bir şekilde sigara içmenin yolunu buluyor.

Sigaranın tüm vücutta zarar vermediği bir organ olduğunu söylemek zor. Sigaradan çekilen her nefesle kana karışan milyonlarca zararlı molekül (her solukta 1017, yani 10000000000000000 oksidan vardır!) akciğerlerdeki hava keseciklerinden kan dolaşımına geçer. Bu zararlı maddeler, kanın ulaştığı her yere, yani vücudumuzdaki tüm doku ve organlara ulaşır. Halk arasında sigaranın zararı sadece akciğerlere imiş gibi düşünülse de, sigara, mide ülserinden kısırlığa, diş kayıplarından mesane kanserine kadar pek çok sağlık sorununun altında yatmaktadır.

Bunca zararı olduğunu bildiğimiz sigaradan nasıl kurtulmalı? Sigarayı herkes bırakabilir. Ancak bırakma süreci, kimi kişiler için daha kolay iken, kimi tiryakiler zorlanabilir. Kişinin zorlandığı yerde, sigara poliklinikleri devreye girer. Sigara polikliniklerinde, öncelikle sigara içen kişinin bağımlılık tipi saptanır. Sigara, hem ruhsal, hem fiziksel bağımlılık yapabilmektedir. Ruhsal bağımlılığı olan tiryakiye farklı, fiziksel bağımlılığı olana farklı yaklaşım gereklidir. Bu amaçla, nikotin yerine koyma tedavileri, ya da ağızdan alınan bazı ilaçlar kullanılabilir. Bazı hastalarda, kombine tedaviden de yararlanılabilir. Bir ilaçtan yararlanmayan kişiye, diğer bir ilaç önerilebilir. Ne yazık ki, önceden tıbbi hiçbir geçerliliği olmayan pek çok yönteme başvuran hastalar, bu şekilde sigarayı bırakamadıklarında kendilerine güvenlerini yitirmekte, iradesiz olduklarına inanmaktadırlar. Daha önce başarısız olmak, caydırıcı olmamalıdır. Tam tersine, sigarayı bırakmak için yardım istemek, kişinin halen bırakma isteği olduğunu gösterir.

Sigarayı bırakır bırakmaz, derhal vücutta olumlu değişiklikler görülmeye başlar. Nikotin ve karbon monoksit, kısa süre içinde vücuttan atılır; koku ve tat alma duyuları düzelir; zamanla solunum kapasitesi artar; sigaranın bağışıklık üzerine olumsuz etkisi ortadan kalkar. Geçen süre içinde, sigarayı bırakan kişi, artık daha az yorulduğunu, daha aktif olduğunu hisseder. Sigarayı bırakınca, bir süre boyunca balgam miktarında hafif artış olabilir. Çoğunlukla bunun nedeni,  bronşlarda sigaranın etkisiyle felç olmuş olan titrek tüycüklerin iyileşmeye başlamasıdır.

Sigarayı bırakmak için, sağlığınızdan olmayı beklemeyin. Kendiniz ve çevreniz için bugün iyi bir şey yapın, sigaradan kurtulmaya karar verin.

13 Eylül 2010 Pazartesi

"ANNEANNEN YAPMIYORSA, YAPMA!"

   Uzun bir süredir benim mottom bu cümle. Doğallıktan o kadar çok uzaklaştık ki, artık annelerimizin değil de, anneannelerimizin hayatı doğal kaldı. Dolayısıyla, ben de elimden geldiğince anneannem gibi yaşamaya çalışıyorum, hastalarıma da bunu öneriyorum.

   Anneannem kışın domates yemezdi

   Yaşı bana yakın olanlar hatırlar, çocukluğumuzda domates yemek için yazı beklerdik. Sadece domatesi değil, kabağı, patlıcanı, biberi, barbunyayı, kavunu, karpuzu, çileği, şeftaliyi... Sonra "turfanda" çıktı, mertlik bozuldu. Her sebze ve meyveyi, daha pahalı da olsa, her mevsim tezgahlarda bulur hale geldik. Sonra unuttuk, hangisi yaz, hangisi kış sebzesiydi. İlkokul hayat bilgisi dersi olmasa, hatırlayacağımız da yoktu hani.
   Oysa, bütün bir kışı o sulu, kırmızı domatesi bekleyerek geçirmek, sonra yazla beraber o güzelim ince kabuklu ve pazardan eve gelene kadar ezilen mis kokulu eciş bücüş domatesleri iştahla yemek ne güzeldi, hatırlasanıza!
   Günümüzde doğalını bulmak çok zor ama, siz yine de hormonlu, genetiği değiştirilmiş, mevsiminde yetişmeyen, dayanıklı olması için bin türlü müdahale yapılmış sebze ve meyveleri tercih etmeyin. Hiç değilse, mevsimine uygun sebze-meyve tüketin.

   Anneannemin yiyecekleri çok çabuk bozuluyordu

   Marketlerdeki besinlerin son kullanma tarihlerinin giderek uzadığının farkında mısınız? Ne yazık ki, bazı besinleri uzun süre bozulmadan saklayabilmek için kimi işlemlere tabi tutuluyorlar, ya da içlerine katkı maddeleri ilave ediliyor. Raf ömrünü uzatmak için yapılan girişimlerin besin değerlerinin tamamen korunabildiğine şahsen inanmıyorum. İdeali, hiç ya da en az işleme tabi tutulmuş olan besinleri tüketmek, tabii bulabilirseniz.

   Anneannem tarhanasını kendi yapıyordu

   Günümüz koşturmacasında elbette ki, tarhanayı da siz yapın demiyorum. Ancak, mümkün olduğunca hazır gıdalar yerine, "ev yapımı"nı tercih edin. Doğranmış, dilimlenmiş, yıkanıp kurutulmuş vb satın almak yerine, taze taze siz doğrayın, vitaminini öldürmeden siz yıkayın... Bu arada her "doğal" olduğunu iddia edene de kanmayın, uygun olmayan hazırlama ve saklama koşullarının da pek çok sağlık zararını beraberinde getirdiğini unutmayın (örneğin, biberlerde aflatoksin).

   Anneannem bin türlü temizlik malzemesi kullanmazdı

   Bir temizlik maddesi tüketim çılgınlığıdır gidiyor. Her çamaşıra ayrı deterjan, ıslak yüzeye farklı temizlik maddesi, parkelere parlatıcı, ayna spreyi, kokulu tuvalet temizleyici, bin türlü leke çıkarıcı, yumuşatıcı... Herkes evi mis gibi koksun, tertemiz olsun istiyor ama, gerçekten hepsi gerekli mi, ya da bu maddeler nerede sonlanıyor kimse düşünmüyor. Bir süre sonra içecek temiz suyumuz dahi kalmayabilir, dikkat!
   Uzun vadeli çevresel zararların dışında, kişinin sürekli kimyasallara maruz kalmasının allerjik hastalıklar dahil pek çok sağlık sorunu yaratması da cabası.
   Ben, ev, çamaşır ya da kişisel temizliğimde mümkün olduğunca doğada çözünen temizlik maddeleri, ya da doğal sabunlar kullanmayı öneriyorum.

   Bu minval üzere söylenecek çok şey olsa da, yukarıdaki bir kaç örnek dışında kısa kesiyor, anneannelerinizin yaşamın başka hangi noktalarını nasıl yaşadığını düşünmeyi ve uygulamayı size bırakıyorum...

31 Ağustos 2010 Salı

   MERHABA,  

   Soluklanmadan yaşıyoruz bu hız çağında. Günlerimiz evden işe, işten eve koşarak, hafta sonunu, olmadı yıllık izni, yok yetmedi, bayram tatilini bekleyerek, yapmak istediklerimizi sürekli erteleyerek geçiyor. Aslında yapmak istediklerimizi değil, hayatı erteliyor, sürekli ıskalıyoruz. Gözlerimizin önüne perde çekilmiş gibi, yanıbaşımızdaki güzellikleri göremiyoruz. Çok klişe olacak belki ama, yaşam gerçekten de heyecanla beklediğimiz birşeylerden ibaret değil, o "birşeyler"i beklerken yaşadıklarımız aslında. Haydi, hep beraber hayatı yavaşlatmaya...